ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

SULTAN SÜLEYMAN’DAN SÜLEYMAN EFENDİYE
İKİ ŞİİRİN METİNLER ARASI İLİŞKİ BAĞLAMINDA
DEĞERLENDİRİLMESİ

An Evaluation of Two Poems from Sultan Süleyman to Süleyman
Efendi In the Context of Inter textual Relation

Tari k ÖZCAN

Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Elazığ.

tozcan@firat.edu.tr

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi

Fırat University Journal of Social Science
Cilt: 14, Sayı: 2, Sayfa: 129-138, ELAZIĞ-2004

Özet

Metinler arası ilişki yoluyla edebiyatlar arası bir bağlantı kurabiliriz. Biz, bu çalışmamızda
klasik ve yeni edebiyatımızın iki önemli şairi Bâkî ve Orhan Veli’ye ait aynı tema etrafında
biçimlenen iki şiiri inceleyerek bir şiir geleneğinin karnavallaştırılmasının sebeplerini açıklamaya
çalıştık.

Anahtar Kelimeler: Metinler arası İlişki, Bâkî, Orhan Veli

Abstract

We can build a relationship between literatures, by means of intertext relationship. In this
study, by investigating two poems by Bâkî and Orhan Veli who are the important poets of our
classical and new literature. We tried to explain the reasons why the poem tradition has been spoilt

Key Words: intertext relationship, Bâkî, Orhan Veli

Giriş

Batının trajedi geleneğinde gördüğümüz klâsik biçimlenme insan ve kaderi üzerine
eğilirken çok sesli olmayı başarabilmiştir. Korifayos, bir geçiş döneminin koro başı ve
çok sesli bir geleneğin merkezindeki nirengi noktasıdır. Koronun diğer üyeleri, onun
merkezinde dönmekle ya çevreden merkeze doğru resmî bir tecelliyle bağlanmak
mecburiyetinde kalmışlar ya da bir sorumluluk duymuşlardır. Bunun için batı sanatında
İslâm’a kadar doğunun geleneğinde bulunmayan bütünlük ve merkezileşme vardır.

Bu merkezileşme, batı sanatına dağınıklıktan kurtularak kendini geliştirme
imkânını vermiştir. Merkezde bütünleşen trajik güç, yaratıcı bir enerjiye dönüşerek
kendisini çoğaltırken resmi kişiliğinden de taviz vermez.

Türk sanatında göçebe toplumun dağınıklığı İslâm’a kadar her alanda kendisini
gösterir. Bunun için merkezileşme eğilimi gerçekleşemez. Törensel tapınmaların
dağınıklığı bundandır. Bu nedenle ritüellerden (törenlerden) trajedi çıkaramayız. Kendi
dağınıklığı içerisinde iptidai kalan bu törenler, merkezden o kadar uzaklaşırlar ki dağılıp
unutulurlar. Sanatkâr, dehasını toparlayamaz. Her yana saçılan ateş parçaları bir müddet
sonra sıcaklıklarını kaybederek tükenirler. Türk milli karakteri, bu dağınık törenlerden
batılı gibi bir sanata ulaşamaz. Alper Tunga sagusu bu dağınıklığın bedelini ödeyen bir
parça metindir. Yuğdaki eylem, metne dönüşmez
mezarlıkta unutulur.

Anonim halk edebiyatımız içerisinde yer alan ağıt geleneğimiz de bu
şekillenmelerden nasibine düşeni almıştır. Sürekli ağlayan bir insanın ölüyü geri isteme
dileği vardır. Bu ses, kendisini çoğaltamadığı gibi iç musikisini ve temel esprisini de
yakalayamaz. Bunun için şaşkın ve dağınıktır. Bu anlayışın oyun düşüncesine varması
imkânsızdır. Öyle de olur.

İslâmî dünya anlayışı, yeni bir taziye geleneğiyle karşımıza çıkar: Cemaat ruhu...
Ölenin ölmesiyle kalınmaz. Törensel taziye genişlik ve derinlik kazanır. Aynı anlayış
sanatın tematik ve biçimsel yapısında da kendisini gösterir. İslâm dininin merkez ve çevre
ilişkisi sanatın biçimlenmesinde önemli bir rol üstlenir. Bütün sistem, şiirin merkezinde
yer alan ana imgenin etrafında şekillenir. Kelimeden mısraya ve mısradan beyite doğru
gittikçe genişleyen ve derinleşen bu akış, nihayetinde ana imgenin bulunduğu merkeze
doğru gittikçe soyut bir kanala dönüşerek tekleşir. Her şey, bu büyük rahme doğru
yaklaştıkça çekilişin cazibesiyle mutlak bir uyuma bürünür. Hâdiseye tersinden bakacak
olursak merkezden çevreye doğru da gittikçe çoğalan ve zenginleşen bir akış vardır.
Bunun için kendi geometrik sisteminde oluşumunu tamamlayan İslâm sanatında trajedi
yoktur. Tanpınar’ın ifadesiyle:
“Eski edebiyat her noktası birbirine cevap veren kapalı,
yukarıdan aşağıya doğru düzenlenmiş bir âlemin ifadesidir. O, ilâhî âlemden aşağıya
doğru inen kademelerle düzenlenmiş bir mutlakın malikâne siydi. Bu kademelerin hepsi
aynı tarz istiarelerle ifâde edilir"(
Tanpınar 1988: 10). Her kelime ve her ayrıntı mutlak
bire hizmet etmek mecburiyetindedir. Mutlak bire inanan sanatkâr parçalara takılıp

kalmaz.

Sanatın bu bütünlükçü yapısı, zamanla bir disipline dönüşerek merkezî anlayışın
söz simetrisini oluşturur. Bunun için altı yüz yıl boyunca büyük bir çözülmeyi yaşamadan
kendisini devam ettirir. Gazelden kasideye kadar uzanan şiir sanatımızın kusursuzluğu ve
biçimci yapısı bunun en güzel örneğidir. Sanatımız, bu yaklaşımıyla kendi klasisizmini
yaratmakla kalmaz; kendi merasimini de oluşturur. Öyle ki mersiyenin bile merasimleri
vardır. Kelime, kelime olmaktan çıkarak kul ve bende işlevini yerine getirir. Kelimenin
ses ve anlam değeri, şiirin ses ve anlam orkestrasyonu içerisinde hiçbir şey ifade etmez.
Her iki yönüyle ona hizmet ettiği sürece kıymet bulur. Bu şiirde, diyalog yoktur. Vecdle
kendisinden geçmiş dervişlerin ses düzenlerine benzer müzikal bir akış vardır. Her şey,
büyük yaratıcıya doğru muhteşem bir ritimle akar. Şair, sesini zirveye ulaştırdığı sürece
başarılıdır. Bunun için sonlu dünyadan Tanrısal ideâlizmin sonsuzuna erişme dileği,
şiirimizin ana eksenini oluşturur. Bu nedenle divan şiirimizi sürekli olarak ileriye doğru
hamle yaparken görürüz. Bir sonrakinin bir öncekinden daha güzel söyleme ve daha çok
ileriye atılma dileğinde de mutlak bire yaklaşma arzusu yatmaktadır.

Bu klasik söylem, kendisini oluşturan medeniyetin zamanla gerilemeye yüz
tutmasıyla birlikte yaratıcı hamlesini yapamamış ve tekdüzeleşmiştir. Divan şiirinden
sonra oluşan edebi dönemler, bir bakıma klasik şiirin tükenişinden kaynaklanan bu
boşluğu yeni bir hamle ile doldurma arayışının sonucudur. Kaldı ki batıdaki modernleşme
sürecinin sonucunda Tanzimat’la birlikte gelen değerler dizgesi, Tanrı’nın yeryüzündeki
yükünü bir hayli hafifletmiş ve insan merkezli bir dünyayı konumlandırmıştır. Son iki
yüz yıllık edebiyatımızın insan merkezli olması bu yüzdendir. Garip hareketi, Tanrı’nın
konumunu ölüm düzeyinde algıladığı için sürekli olarak nesnel dünyanın anlatımını
üstlenen materyalist öğeler içerir. Anlatım tarzı olarak humor’a yaslanmaları kendilerine
kadar gelen bu değerler dünyasına karşı duydukları olumsuz yaklaşımlarının bir
neticesidir. Tanpınar’ın modern romanın öncüsü olan Don Kişot’un gelişme sürecini
açıklayan aşağıdaki ifadeleri batı edebiyatıyla Türk edebiyatının bu hususta aynı kaderi
paylaştığını göstermesi bakımından önemlidir: “
İnsanoğlunun iç hayatı ve kıymetler
dünyası kaç def’a yıkılıp sonra yeniden kurulmuştu. Don Kişot’un kendisi de bu cinsten
merhalelerin biriydi. Ortaçağ romanı ona, kendi an ’anesi içinde birçok içtimaî gelişme
ve değişmelerden sonra erişebilmişti. Bu roman, Ortaçağ romanının tenkidi idi ve yeni
bir zihniyetin doğuşunu müjdeliyordu.
”(Tanpınar 1992: 57). Jale Parla’nın aşağıdaki

ifadeleri de konuya açıklık kazandırması bakımından kayda değerdir:

“Belli bir sanat türü ya da anlatı biçimi zaman içinde yorulur, tekdüzeleşir,
heyecan verici olmaktan çıkar. O zaman bu biçim, yabancılaştırma yöntemiyle yenilenir.
Yeni ve çarpıcı deyişler icat edilir, anlatı parodiye yaslanarak sanatsal tekniklerini
vurgular, kısaca, sanatsallığını ‘öne çıkarmak’ için akla gelebilecek her yola başvurur
.”
(Parla 2001, 46).

Biz, bu çalışmamızda Türk edebiyatının iki önemli şairi olan Bâkî’nin “Kanuni
Sultan Süleyman Mersiyesi” ile Orhan Veli’nin “Kitabei-Sengi-Mezar” şiirlerini tematik
ve biçimsel bakımdan karşılaştırarak klâsik Türk şiiriyle modern Türk şiirinin sanat
anlayışları, bilgi kaynakları ve metinler arası ilişkileri üzerinde duracağız. Her iki şiir
arasında bir ilişki olabileceğine ilk kez değinen dönemin ünlü eleştirmeni Nurullah
Ataç’tır (Ataç 1939: 3). Biz burada, Orhan Veli’nin böylesine bir yöntemi tercih ediş
gerekçesini ve bu yöntemi yeni bir metne uygulama şeklini açıklamayı amaçlıyoruz.

Gelişme

Mersiye, klasik anane içerisinde gelişen anlatısal biçimli soylu bir şiirdir. “Arapça
resâ kökünden gelen bir kelime olup ölenin iyiliklerini sayıp dökmek demektir.” (İsen
1994: 2). Bu yönüyle batı edebiyatının “dramatik bir biçime ve soylu bir eyleme sahip
olan trajedi” (Aktulum 2000: 118) türüyle benzeşen yönleri vardır. Klasik edebiyatımızın
en büyük kaynağı olan “Fars edebiyatında mersiyeler başta padişahlar olmak üzere devlet
ileri gelenlerine, yakınların ölümüne ve din ulularına olmak üzere başlıca üç grup için
yazılmıştır.” (İsen 1994: 7). Terkîbi bend geleneği içerisinde kendisini ifade eden bu
nazım şekli, başlangıcından beri hem tematik hem de biçimsel bakımdan kendi geleneğini
kurarak edebiyatımızın şiir sahasında önemli bir işlevi yerine getirir. Klasik an’ane
içerisindeki bu şekillenme halk arasında kendisini ağıt biçiminde gösterir. Ağıt: “Ölen bir
kimsenin iyi hallerini ve ölmesinden duyulan acıları sayıp dökmek üzere söylenen
ezgi”dir. (Görkem 2001: 28). Muhtelif acıklı olaylar karşısında duyarlığını dile getiren
anlatıcı, müzik ve kalıp ifadeler kullanarak bu nazım şeklini oluşturmuştur. “Koşma,
destan ve semai tarzlarında yazılan bu tür şiirlerde, hecenin 8’li ve 11’li vezinleri
kullanılır. Sadece bununla da kalınmamış. Ağıtlar, türkü, mani ve ninni gibi nazım
şekilleri aracılığıyla da anlatım bulmuştur. ” (Görkem 2001: 28).

An’ane içerisinde kendisine bu kadar sağlam bir yer bulan mersiye ve ağıtın
Bâkî’nin “Kanuni Sultan Süleyman Mersiyesi”nde geçmişin bütün mirasını
barındırmasına karşılık Orhan Veli’nin “Kitabei-Sengi-Mezar”ındaki çözülüşü
düşündürücüdür. Tanpınar, Orhan Veli gibi divan şiiri estetiğini büyük kısmıyla bilen bir
şairin şiirinde sözün zirveden dibe düşüşünün/ çöküşünün sebebini şöyle açıklıyor: “O,
edebiyatın ve şiirin diliyle ve gayeleriyle değişmesini istiyordu. Ve bunun için etrafında
insanı arıyordu. Süleyman Efendi, bu arayışın ilk merhalesi oldu ve şiirden şiire onun
çehresi değişti.” (Tanpınar 1992: 116).

Metinler arası ilişki düzeyinde yapacağımız çalışmayla bu düşüşün daha farklı
gerekçelerini açıklayabileceğimizi zannediyoruz. “1960’lı yılların yazın eleştirisinde, bir
metin kuramı oluşturarak, metni tanımlamak ereğinde olan eleştirmenlerin (özellikle
Kristeva ve Barthes) girişimlerine sıkı sıkıya bağlı olarak ortaya çıkan metinler arası
kavramı, metnin özerk olduğu düşüncesi benimsendikten sonra, yaygın olarak kullanılan
bir kavram olur. Önceleri metinler, çoğunlukça tarihe, yazara, yazarın psikolojisine,
ereklerine göre ele alınıyordu. Ancak, söylemlerin iç içe geçtikleri, yapıtların üst üste
gelerek birbirleriyle karıştıkları , her yazınsal metnin aslında çok sesli özellikte olduğu,
metnin ve anlamın büyük ölçüde önceki metinlerden gelen kesitlerin iç içe geçmelerine
bağlı olarak üretildiği savı ileri sürülerek yeni bir metin tanımı ve anlayışı ortaya konur.”
(Aktulum 2000: 7). Bu doğrultuda geliştirilen metinler arası yöntemler birinci aşamada
“alıntı ve gönderge”, “gizli alıntı-aşırma” ve “anıştırma” adlarıyla “ortakbirliktelik
ilişkileri”ne dönüşerek; “yansılama”, “alaycı-gülünç dönüştürüm” ve “öykünme”
dizgeselliğiyle de “türev ilişkileri”ne dönüşerek alt ve üst metin arasındaki olumlu ya da
olumsuz diyalogu çözümlemeye çalışır. Her iki metin arasındaki ilişkiler tematik ve
biçimsel düzeyde yeni yöntemler geliştirerek devam etmektedir.

Alt ve üst metin arasındaki bu ilişkiyi, insan zihninin kalıtsal öğeleri olarak
değerlendirmek bizi yanlışlığa sürükleyebilir. Burada şairin/yazarın bilinçli bir eylemi
vardır. Bir önceki metinle yüzleşerek onu bir biçimde kendi metnine taşımak. Bu taşıma
eylemi, kendisini yukarıdaki yöntemler şeklinde gösterebileceği gibi daha farklı şekilde
de gösterebilir.

Orhan Veli, klasik edebiyatı çok iyi bilen Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının
güçlü bir şairidir. Eski edebiyatı her noktada eleştirmesi de bu birikiminin bir neticesidir.
Ahmet Haşim estetiğine karşı çıkmakla aslında o, kendisine kadar gelen bütün şiir
hareketine karşı çıkmıştır. Estetiğini de bu karşı duruşu şekillendirir. Bu nedenle
“Kitabei- Sengi-Mezar” şiiri, Bâkî’nin “Kanuni Sultan Süleyman Mersiyesi”nin şahsında
eski şiir ağacına atılmış bir taştır. Orhan Veli’nin belirttiği gibi taşını ağaç yememiştir.
Aksine ağaçtan taşla birlikte bir hayli meyve düşmüş olmalı ki ilgili şiir döneminde bir
hayli ses getirir.

Orhan Veli, Bâkî’nin bu güçlü şiiriyle tematik ve biçimsel bakımdan metinler arası
bir ilişki kurar. Tematik olarak onun insan anlayışını ve insanı ele alış tarzını eleştirir.

Bâkî’nin mersiyesinde merkeze aldığı kişi, dönemin hükümdarı Kanuni Sultan
Süleyman’dır. “Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng”1 mısraında belirtildiği gibi
siyasal erk bakımından yeryüzünün en büyük gücüdür. Tanrının halifesi olması da bu
gücüne güç katar. Kendi merkezinde bir âlem oluşturan Sultan Süleyman batının
trajedilerindeki soylu kişidir. O, “Şâh-ı şîr-ceng” ve “Şeh-süvâr-ı mülk-i sa’âdet”tir. Aynı
zamanda “Gerdûn ayağı tozına eylerdi ser-fürû / Dünyâya hâk-i bâr-gehi secde-gâh idi.”
Bununla kalmayan şair, Kanuni Sultan Süleyman’ı kozmosun iki büyük yaratıcı gücü
olan ay ve güneş kültleriyle birleştirir:

“Cân u cihânı gözlerimüz görmese n’ola

Rûşen cemâli âleme hûrşîd ü mâh idi”

Güneş ve ay, Sultan Süleyman’ın şahsında bütünleşir. Bir bakıma kozmosa ait
unsurlar, hükümdarın şahsında tekleşmiştir. Çünkü o kozmosun merkezidir. Ondan
sonrası soyut idealizmin biçimlendirdiği öte âlemdir. Üçüncü, dördüncü ve beşinci
bentlerde şair,
“döksün ”, “tutsun ”, “yaksun ”, “olsun ” ve “yansun ” eylemleri
aracılığıyla kozmosa ait
“sehâb”, “nahl-i ergavân”, “âsmân”, “dâğ”, “ebr-i nev-
bahâr”, “kûh-sâr”, “âfitâb”
vb. unsurlarının hükümdarın ölümüne ağlamasını olmazsa
olmaz kabul eder. Tanpınar’ın belirttiği
“saray istiaresi”(Tanpınar 1988: 5) şiirin tematik
ve biçimsel formülüdür. Bu şiirde, ayrıntıların merkezin -hükümdarın- etrafında
dönmesiyle geometrik sembolizmin söz simetrisi oluşturulmuştur.

Hükümdar, mikro mit niteliğindedir. O, evrenin yaratıcısı ve tek hakimi olan
“mono mit”in (Campell 2000: 350) yeryüzündeki temsilcisidir. Bütün mitsel
kurgulamalar, Tanrı adına iş yapan hükümdarın şahsında büyük yaratıcıyadır. Övgüler,
dünyanın zirvesinde olan hükümdara doğru yükselerek ve onu aşarak mitik bir kanaldan
Tanrıya yönelir. Bunun için uzun bir süre sözün sürekli olarak çoğaldığını görürüz. Bu
şiirde, Tanrı ve hükümdar kelimelerinin etrafında dönen ve döndükçe çoğalıp hız
kazanan; daha sonra tevekkülle tekleşip sükûnete eren bir söz dünyasının resmi geçidi
vardır. Şiirin dünyasında sıradan hiçbir şeye yer verilmemiştir. Tematik bakımdan
hükümdar sürekli yüceltilmektedir:

“Bâkî cemâl-i Pâdişeh-i dil-pezîri gör

Mir’ât-i sun’-i Hazret-i Hayy-i Kadîri göf’

Terkîb-i bend şeklinde yazılan bu şiir, biçimsel bakımdan klasik an’anenin bütün
özelliklerini taşır. Bâkî’nin bu şiirini,
“eski ve yeni bütün tenkitçiler kendi sistemi içinde,
dörtbaşı mâmur bir poem olarak değerlendirir
.” (Okay 1990: 88). Şiir boyunca
kompozisyon düşüncesi göz ardı edilmemiştir. Her bend, konuyu bir başka yönüyle ele
alarak tamamlar. Birinci bend, klasik trajedilerde gördüğümüz tirat kısmıdır. Bu bendde
şair, dünyanın gelip geçiciliğinden ve insanın ölümlü bir varlık oluşundan
bahsetmektedir. Muhatabı insanoğludur. Bendlerin kuruluşunda bir ordunun disiplinli
yürüyüşü görülmektedir. Redif ve kafiye sistemi, şiirin tematik yönünü idare ettiği gibi,
şiir içerisinde sürekli değişerek ses düzeninin tükenmesine engel olur. Sesin yüksek sesle
ağlamaya dönüştüğü üçüncü ve dördüncü bendlerde kafiyeyle yetinilmiştir. Örneğin:
“kan-ergavân”, “eşk-bâr-duhân”, “siyâh-cihân”, “dâğ-kâm-rân”, “cilve-gâh-hâk-dân”,
“gibi-üstühân” ve “mekân-idi-hem-inân”. Şairin amacı; redifin yeknesaklığından
kurtularak birden çok kişinin; daha doğrusu bütün evrenin ağladığı bir ses çoğalmasını
sağlamaktır. Ağlamanın yavaşladığı ve tek düzeleştiği beşinci bendde redif kullanılır:
“hâbdan-cenâbdan”, “haber-me’âbdân”, huşk-leb-gül-âbdan”, “felek-hicâbdan”, “odur-
şâbdan”, “âfitâb-sehâbdan”, “ağlasun-kırâbdan”. Kafiye ve redifin oluşturduğu ses
düzeniyle ağlayan öznenin ritmi arasında bir paralellik sağlanmıştır. Ses düzeninin
oluşumuna şiirin bütününde kullanılan aruz vezninin mefûlü / fâ’ilâtü / mefâ’îlü / fâ’ilün
şeklindeki karışık kalıbının da bir hayli tesiri vardır.

Nazım şekline ait klasik biçimlenme vasıta beyitleri aracılığıyla bendler arasında
mükemmele varacak bir biçimde kurularak merasimin rüknü ve imaj kompozisyonu
kusursuz bir biçimde oluşturulmuştur. Klasik şiiri, dünyanın en uzun ömürlü şiir
hareketlerinden biri haline getiren onun bu disiplinli ve bitmek bilmeyen yürüyüşündedir.

Bâkî’nin mersiyesini kendisine çıkış yolu olarak alan Orhan Veli, Kitabei-Sengi-
Mezar şiirini yazar. Bununla da yetinmez. Bir yöntem değişikliği yaparak bir önceki
metne ait geleneksek öğeleri dışlayarak basite indirger. Bu indirgeme, tematik ve biçimsel
bir düzeydedir. Orhan Veli, bu şiirin yaşanılan dünyadan uzak ve seçici havasını
eleştirerek eski bir türün tükeniş trajedisini dile getirir. Bâkî’nin memduhlarıyla yücelttiği
insanın (Kanuni Sultan Süleyman)’ın karşısına Süleyman Efendi proto-tipini çıkarır.
Tanpınar, Orhan Veli’nin bu “Süleyman Efendi” proto-tipininin genel özelliklerini
aşağıdaki cümlelerle tasvir eder:
“Onun hiçbir romanesque ’i olmayan ve yalnız
nasırlarından şikâyet ederek yaşayan ve ölen kahramanı Süleyman Efendi, her türlü
idealizmin ve değer hiyerarşisinin dışında ilk doğmuş insan yahut bilinmeyen
ameliyelerden geçmiş ve transcendental’le her türlü âlakasını kesmiş bir mahluk gibi
sadece var olmakla yetinir
.” (Tanpınar 1992: 115). Garipçilere göre ise; “Bu insan, kendi
merkezinde bir âlem olan Sultan Süleyman’ın ve onun mensubu bulunduğu müreffeh
sınıfın yerine
; yaşamak hakkını mütemadi bir didişmenin sonunda bulan büyük
çoğunluğun temsilcisidir
’ (Garip, s. 7).

Orhan Veli, “Süleyman Efendi” ünvan öbeğiyle ana-metne gönderme yaparak
onunla tematik ve biçimsel düzeyde ilişkiye geçer.
“Anıştırma denilen bu yöntemde, bir-
iki sözcük ya da tümce tanınmış başka bir metni öne çıkartmaya yeter
.” (Aktulum 2000:
115). Tek sözcük düzeyinde yapılan bir çağrışım söz konusudur. Böylece ana-metnin
gövdesiyle ilişkiye geçen şair, bu ilişkisini farklı yöntemler aracılığıyla sürdürür.
Yansılama, bu yöntemlerden birisidir. Bu düzeydeki bir ilişkide ana metnin
biçimlendirdiği soylu dünya ve onun içindeki tematik imgeler alabildiğince sıradan bir
düzeye uyarlanır. Ana-metinde, evrenin merkezi konumu olarak ele alınan insan modeli,
Kitabei-Sengi-Mezar’da sıradan bir insana dönüştürülür.

“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar.

Hattâ çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi.” (Garip, s. 53)

İnsanı, bu manada ele alışıyla birlikte önceki dünyanın soylu insan tipolojisi
gözden düşerek yıkılır. Şairin amacı; soyut idealizmin Tanrılaştırdığı insanı yere
indirmektir. Bâkî’nin şiirinde oluşturulan insan modelinin belirgin özellikleri Tanrı’ya
izafe edilecek özelliklerdir. Şair, bu insanın hayattan ve büyük çoğunluktan uzak tarafına
hücum eder. Ancak “
yansılama, yergisel olmaktan çok alay etmek, daha doğrusu
eğlenmek ereğinde olduğu için ana metinle ilişki oyunsal bir düzeyde ele
alınır.
”(Aktulum 2000: 119). Anlatı, basite indirgenerek sıradanlaştırılır. Garip’in anlatım
yöntemleri arasında ‘humor’un önemli bir yer tutmasının sebebi budur. Aynı indirgeme;
bir önceki insanın metafizik bağlarının hafife alındığı;

“Ayakkabısı vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah’ın adını

Günahkâr da sayılmazdı”.(Garip, s. 53)

mısralarında da devam eder. Böylece yeni insanın hedefi değişmiş olur. Yüzünü yaşanılan
dünyaya dönen bu insanın yapıp ettikleri, kendi yolunu açmak içindir. Metafizik yükü bir
hayli hafifleyen özne, hayatını sevap ve günah ekseninden daha çok geçim gailesiyle
tamamlar.

Orhan Veli için bu metinsel ilişki bir önceki geleneği bütünüyle yıkmağa
yöneliktir. Bu nedenle sadece tematik olanla yetinmez. Biçemi de sarsmaya yönelir.
Divan şiirinin biçemci yapısına ait bütün kurumları alaycı bir dönüştürüme tabi tutar.

“Alaycı dönüştürüm: Bir yapıtın konusunu değil, biçemini değiştiren bir ana-metinsellik
yöntemidir. Konusu değişmeden kalan bir yapıtın, sıradan bir biçemde yeniden
yazılmasıdır”
(Aktulum 2000: 118). Bakî’ye ait mersiyenin biçemsel öğeleri: Kelime ve
mısra anlayışı, vezin, kafiye ve redif düzeni, terkîb-i bende ait biçimsel özellikler, söz
serveti, estetik yönlendirmeler (imaj dünyası, edebi sanat sistemi ve ahenk unsurları) vb.
Orhan Veli tarafından bütünüyle dışlanır. Kitabei-Sengi-Mezar şiirinde, divan şiirine ait
hiçbir biçemsel benzerliği göremeyiz. Bu şiirde, ana-metne ait hiçbir estetik alımlama
yoktur. Aksine şuurlu bir biçimde Bâkî’nin mersiyesinin şahsında divan şiirine
yöneltilmiş alay vardır. Bunun farkında olan Orhan Veli, tutumunu şöyle açıklar:
“Sanatın senelerce çilesini çekmiş ve nâmütenahi merhalelerden geçmiş bir şairi günün
birinde acemi bir eda ile karşımıza çıkmış görürseniz birdenbire menfi hükümler
vermeyiniz. Böyle bir şair ‘acemiliği taklit’de güzellik bulmuş olabilir.Bu taktirde o,
acemiliğin ustası olmuş demektir
.” (Garip, s. 13). Orhan Veli, gerek ideolojik gerekse
estetik bakımdan eskidiğine inandığı metnin yerine yükte ve pahada hafif bir metni
yerleştirerek eski metnin edebi dünyasıyla alay eder.

Sonuç

Orhan Veli, şiir sanatı bakımından usta bir şairdir. Amacı; yaşadığı yüzyılın
gerçekleriyle uzlaşmayan eski şiirin dünyasını yıkmak ve yerine yenisini ikâme etmektir.
Bakî’nin şahsında, kendi merkezinde yalnızlaşan ve reel hayattan uzaklaşarak zamanın
ihtiyaçlarına cevap veremeyen eski şiir anlayışımızı “anıştırma”, “yansılama” ve “alaycı
dönüştürüm” gibi metinler arası yöntemlerle eleştirerek yetersizliğini ve gülünçlüğünü
vurgular. Eski şiirin şahıs kadrosunu oluşturan her türlü geçim endişesinden uzak ve
kendi merkezinde mutlaklaşan insanının karşısına büyük çoğunluğun temsilcisi olarak
gördüğü Süleyman Efendiyi çıkarmakla insanın dünyayla var olan kopmaz bağlarını
göstermeye çalışır. Bu nedenle soyut idealizmin etrafında şekillenen eski sanat
anlayışının yerine modernist olgular üzerine kurulu insan merkezli ve çoğulcu bir sanat
anlayışını benimseyerek boşluğunu göstermek istediği edebi geleneğimizin başarılı bir
parodisini yapar.

KAYNAKLAR

Aktulum, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara: Mayıs 2000

Ataç, Nurullah, “Süleyman Efendi”, Akşam, S. 7326, 11 Mart 1939, ss. 3, 4

Campbell, Joseph, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, çev.: Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi,
İstanbul: 2000

Görkem, İsmail, Türk Edebiyatında Ağıtlar, Akçağ Yayınları, Ankara: 2001

İsen, Mustafa, Acıyı Bal Eylemek- Türk Edebiyatında Mersiye, Akçağ Yayınları, Ankara: 1994

Küçük, Sabahattin, Bâkî Dîvânı-Tenkitli Basım, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: 1994

Okay, Orhan, Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yayınları, İstanbul: Haziran 1990

Parla, Jale, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları, İstanbul: 2001

Tanpınar, Ahmet Hamdi, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul:

1988

Tanpınar, Ahmet Hamdi, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul: 1992
Veli, Orhan; Oktay Rifat; Melih Cevdet Anday, Garip, Resimli Ay Matbaası, İstanbul: 1941

138

1

Bâkî ile ilgili şiirler, yazımızın kaynaklar bölümünde işaret ettiğimiz Dr. Sabahattin Küçük’ün hazırladığı
“Bâkî Dîvânı Tenkitli Basım” isimli eserinden alınmıştır.